Burnumun ucuna değen meltemin kanatlarına binip uzak diyarlara, geçmişte kalmış o eski hatıranın daha çalmadan açılmış olan kapısından içeri girdim...
Etraf sanki bir tepki beklermişçesine sus pus olmuş, bense yaşanmışlıkların verdiği rehavete bırakmışım kendimi. Kapı kapanıyor arkamdan usulcacık, kimseler rahatsız etmesin diye...
Derin bir iç geçiriyorum önce, burası ne de olsa benim sandığım arada bir içine kaçıp saklandığım, Pandora’dan yadigar... ne ararsan var hesabı; kimbilir daha da neler eklenecek. Öğretmedi bana yıllar ya da ben öğrenemedim sandığı kapalı tutmayı, hayat kilidi açınca yaşam buldu sanki...
Yürüdüğüm yolların biriktiği köşeye bir selam veriyorum önce, yollar boyunca tuttuğum ve tutmakta olduğum ellere, karşıma neden çıktığını şimdi anladıklarıma ve hala anlamamış olduklarıma... bebekliğime gülümsüyorum kollarımda tuttuğum ve içimdeki çocuğun peşinden koşuyorum umarsız... gözyaşlarımla yaşam bulan çeşmenin şırıl şırıl sesi kulaklarıma varıyor, gülümsüyorum; etrafında yüzlerce rengarenk çiçekler açmış...
Yaşanmışlıklardan biri eksik olsa diyorum kendi kendime nasıl bakarım aynaya yansıyan bu yüzüme? Hani bir evet yerine bir hayır denilmiş olsa, ağzını açmak yerine susulmuş olsa, gitmek yerine kalınmış olsa, duymak yerine dinlenmiş olsa, aşk yerine .... işte bulamıyorum bu sonundakinin yerine konulabilecek birşey, bulamadım, bulmak da istemem aslında, zaten aramıyorum ya o da başka...
Meltem tıkırdatıyor kapıyı yavaşça, “Nereye?” diyor; zıplıyorum kanatlarına yeniden “yüreğime sor” diyorum...